Türkiye should start financing health, not illness | Daily Sabah - Daily Sabah

Türkiye Hastalığı Değil, Sağlığı Finanse Etmeye Başlamalıdır | Daily Sabah

Sağlık öncelikleri modern zamanlarda değişmiştir. Ortalama yaşam beklentisi son yüzyılda artarken, yeni sağlık sorunlarıyla karşı karşıyayız. Malarya, tifo, difteri, çocuk felci, kabakulak ve kızamık gibi hastalıklar, tarih öncesinden kalan salgınlar artık tedavi edilebilir hale gelmiştir. Ancak, obezite, şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları, kanser, alerjiler, anoreksiya ve depresyon gibi atalarımızın karşılaşmadığı hastalıklarla karşı karşıyayız. Bunlara medeniyet kaynaklı yaşam tarzı hastalıkları denir; modern çağın yan ürünleri. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirttiğine göre, virüslerin yanı sıra, bu durumlar günümüzün önde gelen halk sağlığı endişelerini oluşturmaktadır. Tartışmalı olmasına rağmen, en belirgin ve yaygın olanı obezitedir. Obezite, küresel olarak ve Türkiye’de artan çağımızın en tehlikeli hastalık kaynaklarından biridir. Yaşam tarzı, meslek, coğrafi koşullar ve beslenme alışkanlıkları obezitenin yaygınlığında önemli bir rol oynamaktadır. Japonya’da obezite oranı (sadece% 4) yüksek seviyede deniz ürünü tabanlı bir diyet takip eden birçok kişinin olduğu yerde düşüktürken, fast-food cenneti olan Amerika Birleşik Devletleri’nde obezite oranları %31’e kadar ulaşmıştır. Fiziksel emeğin yoğun olduğu kırsal kesimlerde obezite oranı kentlere göre daha düşüktür. Ekonomik krizler gibi görünüşte ilgisiz olaylar bile obeziteyi tetikleyebilir: Fakirleşmiş toplumlar daha fazla karbonhidrat tüketerek obez olma eğilimindedirler. Benzer şekilde, yaş, cinsiyet, genetik, hormonel etkiler ve kültürel alışkanlıklar da eğilimi etkiler. Obezite günümüz insanlık için, DSÖ’ye göre dünya genelinde ölümlerin önde gelen nedenleri olan birçok kronik hastalığın riskini kritik olarak artıran bir faktördür. Obezite metabolik sendromlar, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, yüksek tansiyon, yüksek kolestrol, felç, karaciğer hastalıkları, bazı kanser türleri, solunum hastalıkları, uyku apnesi, kas iskelet sistemi hastalıkları ve cinsel disfonksiyona yol açarak yaşam kalitesi ve uzunluğunda büyük düşüşlere neden olur. Obezite krizi Türkiye’de büyüyor Obezite, Türkiye henüz gelişmekte olan bir ülke olmasına rağmen, bir obezite krizindedir. DÜnya Sağlık Örgütü’nün açıkladığı verilere göre Türkiye Avrupa’da obezite oranlarında birinci sıradadır. Obezite Türk toplumunda neredeyse pandemi gibi yayılmaktadır. Obezite, Z Kuşağı arasında neredeyse yaygın hale gelmiştir. Özellikle işlenmiş ve hazır gıdaları çok tüketen çocuklar, en büyük risk grubunda yer almaktadır. Öyle ki, Türkiye’de 5 yaşının altındaki çocuklarda obezite oranı 2018’de %8.1 olarak gerçekleşmiştir; bu veriyle Türkiye çocuk obezliği açısından Avrupa’da ikinci sırayı almaktadır. Obezite sadece bireysel ya da estetik bir endişe değil, aynı zamanda önemli bir toplumsal bela ve halk sağlığı sorunu da temsil etmektedir. Obeziteyle ilişkilendirilen birincil kronik hastalık olan diyabetin Türk toplumunda artan yaygınlığı da durumun ciddiyetini vurgulamaktadır. Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun (IDF) 2020 verilerine göre, Türkiye’de 20-79 yaş arasında 7 milyon diyabet hastası bulunmaktadır, bu da yetişkin nüfusun yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. Bağımsız tahminlere göre bu sayının 2023 yılında 10 milyona ulaşması beklenmektedir. Türkiye, diyabet pandemisiyle karşı karşıya kalmış değildir; hatta COVID-19’a bile rakip olan bir küresel sağlık sorunudur. Lancet tıp dergisinde yayımlanan bir araştırmaya dayanan Washington Üniversitesi Sağlık Ölçüm ve Değerlendirme Enstitüsü’nün çalışması, 2021’de dünya genelinde 529 milyon diyabet hastası bulunduğunu ortaya koymaktadır ve 2050 yılına kadar bu sayının 1.3 milyarı aşacağı tahmin edilmektedir. Önemli olarak, önümüzdeki 30 yıl boyunca hiçbir ülkenin diyabet oranlarında düşüş yaşanmasının beklenmediği vurgulanmaktadır. Bu veriler diyabetin çok yaygın bir küresel sağlık endişesi haline geldiğini ortaya koymakta ve dünya genelindeki sağlık sistemlerine önemli finansal ve idari zorluklar yaratmaktadır. Türkiye’de obezite sorununun boyutları Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) konuya ilişkin önemli görüşler sunmaktadır. TÜİK’in 2022 Türkiye Sağlık Araştırması’na göre, 15 yaş ve üzerindeki bireyler arasında obezite oranı 2022 yılında %20.2 olarak gerçekleşmiştir. Cinsiyete göre incelendiğinde, kadınların %23.6’sının obez olduğu ve %30.9’unun ön obez olarak sınıflandırıldığı bulunmuş, erkeklerin ise %16.8’inin obez olduğu ve %40.4’ünün ön obez olarak sınıflandırıldığı görülmüştür. Ayrıca 2022 yılında en yaygın sağlık sorununun obezite kaynaklı bel ağrıları olduğu ve bu durumun bireylerin %24.6’sını etkilediği ortaya çıkmıştır. Bu durumu, %17.2 ile boyun problemleri, %16.1 ile hipertansiyon, %11.4 ile diyabet ve %9.6 ile alerjiler takip etmektedir. Obezite, öne çıkan bir halk sağlığı endişesi olup, tütün ve alkol kullanımı oldukça geride kalmaktadır. TÜİK verilerine göre, 15 yaş ve üzeri bireyler arasında 2022 yılında günlük tütün kullanım oranı %28.3 iken, geçen yıl içinde alkol kullanım oranı %12.1’dir. Ayrıca TÜİK verilerine göre, Türk toplumunda 2022 yılında en çok kullanılan koruyucu sağlık hizmetinin tansiyon ölçümü olduğu ve bireylerin %44.7’sinin bu hizmetten faydalandığı ortaya çıkmıştır. Bu verilere göre, bireylerin %39.6’sı geçen yıl içinde kolesterol seviyelerini kontrol ettirmiş ve %41.6’sı da kan şeker seviyelerini izletmiştir. Ne yapılmalı? Obezite ve Tip 2 diyabet genellikle önlenebilir sağlık sorunları olmasına rağmen, düzenli kolesterol ve kan şekeri taramaları gibi girişimler, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının okullardan itibaren teşvik edilmesi, aile hekimliği sisteminin obezitenin önlenmesine vurgu yapacak şekilde yeniden yapılandırılması, risk altındaki bireylerin belirlenmesi ve hedefli programların uygulanması, sağlıklı yaşam tarzlarının teşvik edilmesi için vergi indirimleri ve teşvikler ve yüksek kalorili içeceklerin etiketlenmesi gibi önemli adımlar atılmalıdır. Küçük itişlerin diyabet üzerinde kocaman etkileri olduğu bilinmelidir. Benzer şekilde, koruyucu sağlık hizmetleri, obezite ile mücadelede ve bunun kronik bir hastalığa dönüşmesinin önlenmesinde öncelikli alanlardan biridir. Uzmanlar, enerji alımının gıdalar aracılığıyla azaltılması, doğru beslenme alışkanlıklarının benimsenmesi ve aktif bir yaşam tarzının benimsenmesinin obezitenin üstesinden gelmek için temel adımlar olduğunu vurgular. Ancak obezite bireysel bir sorun değildir, çözümü de öyle değildir. Bu yük sadece bireyin seçimine bırakılmak yerine kapsamlı toplumsal programlarla ele alınmalıdır. Kapitalist toplumumuzda her gün sürekli reklam bombardımanıyla şekerli ve yüksek kalorili diyetler tüketmeye teşvik edilen bireylerin omuzlarına bu yükü bırakmak büyük bir haksızlık olur. Diyabet ve obezitenin önemli ölçüde azaltılması veya sağlık sistemlerine ağır bir yük getiren sebeplerin azaltılması güçlü kamu teşviklerini gerektirir. Türkiye’de genellikle kamu raporlarında problemler hakkında çok şey duyarız, ancak çok azı anlamlı, sürdürülebilir ve yararlı bir şey yapar. Örneğin, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin %76’sından fazlasını finanse eden Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), obeziteyi önlemek için aktif bir yaşam tarzını desteklemek için hiçbir kaynak ayırmamaktadır, ancak bireyler obezite sonucu kronik hastalıklarla karşılaştığında sağlık hizmetlerini finanse eder. SGK, diyabet riski taşıyan bireyleri tespit etmeyi ve önleyici sağlık hizmetlerin maliyetlerini karşılamayı hedeflemez, ancak diyabet hastaları için ömür boyu insulin karşılar ve tüm diyabetle ilgili tedavileri finanse eder. Bu ihmalkarlık sadece obeziteyle sınırlı değil, halk sağlığının diğer düşmanları olan diğer sağlık sorunlarına da yayılmıştır. Ne yazık ki, Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı dahil olmak üzere kamunun kapsamlı ve etkili girişimleri çok azdır. Sosyal Sigortalar Kurumu ağır bir sigara içicisine ek prim yükü getirmez ancak bu kişi akciğer kanserine yakalandığında, tüm tedavilerini kendi parası ödemeden karşılar. Sağlıklı bir yaşam süren birey ile sağlıksız bir yaşam süren birey arasında prim yükü arasında fark yoktur veya daha da önemlisi, sağlıklı yaşam süren bireye teşvik uygulanmaz. İşverenlerin çalışanlarını sağlıklı bir yaşam sürmeleri konusunda teşvik eden uygulamaları mali olarak ödüllendirilmez. Özetle, Türkiye’deki kamusektör, önleyici sağlık bakımının var olmadığı ve bireyin sağlığını koruyarak sağlık harcamalarının azalmayacağı düşüncesiyle hareket etmektedir. Türk refah sistemi, İdari ve Sosyal Bilimler Profesörlerinden oluşan bir ekibin “ABD’nin Obezite Krizi” raporuna göre, obeziteye bağlı kronik hastalıkların 2016 yılında ABD’de 1.72 trilyon dolar olduğunu tahmin ederken, IDF’nin 2023 raporunda, küresel obezitenin maliyetinin 2035 yılında müthiş bir 4.32 trilyon dolara ulaşabileceği tahmin edilmektedir. Türkiye açısından, doğrudan ve dolaylı maliyetler yaklaşık yıllık 1 trilyon TL (yaklaşık 32 milyar dolar) olarak tahmin edilmektedir. Yani, eğer hastalığı değil sağlığı finanse eden bir model geçerse, ekonomik kazanç, Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemindeki tüm boşlukları neredeyse kaplayacak düzeyde olacaktır. Bu konu, Türkiye’nin kamu sağlık harcamalarının çok yüksek olmasından önemlidir: SGK’nın 2023 sağlık harcamaları 544 milyar TL seviyesindedir. Bu rakamın 2024 yılında 815 milyar TL’ye ulaşması tahmin edilmesine rağmen, 1 trilyon TL’yi kolaylıkla aşabileceği beklenmektedir. Bu durum, ulusal koruyucu ilaç değişim politikası ve SGK’nın monopsoni pazarında fiyatları belirleme avantajına sahip olmasına rağmen, sağlık finansmanının makroekonomik dengeyi yatıracak seviyede arttığını göstermektedir. Sonuç olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde son 20 yıl içinde kurulan cömert refah sistemi önemli bir mücadeleyle karşı karşıya kalmakta ve verimlilik-etkililik analizlerine dayalı yeni bir bakış açısına dayalı cömert bir refah sistemi modeline geçiş hayati önem taşımaktadır, Türkiye’nin sağlık bakımını finanse etmek için kısıtlı kaynaklarını etkili bir şekilde kullanmak ve cömert refah devletini sürdürmek istiyorsa, sağlığın korunmasını ve önleyici sağlık bakımını finanse etmeye öncelik vermelidir.